Senin haritası hazan dokulu felsefene inat satacağım hüzünlerimin sızı üreten labirentlerini atlasın en ücra köşesine… Şehrimin bütün sokaklarından tek tek süpüreceğim sarı yalnızlığın avlusuna biriken çaresizlikleri… Hatta yetinmeyip imgelerimi saklayıp gizinde çıplak gülüşler ekeceğim kaldırımları ıslak susuşlarıma…
Sonra en emin yola verip yüreğimi umudun göğsüne savuracağım yangına kendini sulh eden yağmurlarımı… Sığınaklarımda biriktirdiğim yağmurlarım yaşamın çöllerini huzurun en coşkulu tonunda ıslatırken ben senin sararmış yüzünü kapatacağım bahar kokan düşlerimle…
Eylül!...
Sen benim bu çığlıklarımı ahraz koğuşlarında susturmaya çalışırken ben içimdeki bütün nehirleri akıtacağım ruhumun saklanmış masumluğuna… Ve bundan aldığım güç ile gökyüzünden bütün yıldızları indireceğim arkama, sağıma, soluma, yerlere, kuytuda kalmış tüm karanlıklara… En çok da senin hüzzam rüzgârlarını taşıyan sarı iklimine serpeceğim yıldızların en güzeli olan Zühre yıldızını…
Ümit Yaşar’ın Eylül’ün kahrından on üçüncü aylara açtığı yüreğini ben de senin buğulu pencereni nemli duvarlarımda barındırdığım umut ile kıracağım… Paramparça olmuş anlamında yeniden doğacak Eylül vurgunu yemiş gelincik susuşları/m….
Ben Eylül Sen Haziran
…..
…
..
.
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara
Ümit Yaşar Oğuzcan
Eylül!...
Ardına sığınıp içimizdeki hüzünleri mi kusuyoruz senin aynana?
Ya da cesaretimizi, inancımızı, ruhumuzun pencerelerinde yaşamın arka sokaklarında kaybedip, senin suçsuz dizlerinin bağını mı çözüyoruz?
Yoksa kendi doğurduğumuz ayazları senin dalları kırık sararmış yapraklarının hüzzam ateşinde bile bile mi sana mal ediyoruz…
Ah Eylül !... Artık kelimelerin efendiliğini yapan duygularımın kozasına her gün bir gülüş ekeceğim… Ektiğim her gülüş gökkuşağının mekânına imzasını atan renklerden oluşacak… Kendimden, ruhumdan, yüreğimden emin kıpırtıları çizeceğim yaşamın tuvaline bir bir…
Ve… Nadasa bıraktığım bekleyişlerimi Nisan kokan anlamlarla baş göz edeceğim…
Söz ! Davetliler arasındaki en saygın gölge olacaksın… Silinmeye yüz tutmuş çığlık gibi dizlerime kapanacaksın…
Eylül!...
Bu defa inanmayacağım ne sana ne de hüznün ensesi kalın duruşuna… Karanlığa teslimiyetin bestesini yapan güneşimin saçlarını çözeceğim... Ruhumun elleri taradıkça güneşin saçlarını, tebessümü gönlüme yağan anlar doğuracak zaman…
Be hey sanrısı kınında saklı tılsım !...
Sokul yanı başıma seni bile kendime bulaştırıp yarına umut dağları büyütecek kadar coşturacağım…
eylül 2010
Mehtap Altan
__________________